YAPISAL İŞLEVSELCI OKUL VE ETIKETLEME KURAMLARININ SUÇA YAKLAŞIMLARI

YAPISAL İŞLEVSELCI OKUL VE ETIKETLEME KURAMLARININ SUÇA YAKLAŞIMLARI

ETKİNLİK TARİHİ: 03 Şubat 2020

Yapısal İşlevselci Okul ve Etiketleme Kuramlarının (Kısaca) Suça Yaklaşımları

                                                                                            Yakup GÖKÇE

Yapısal-İşlevselci kuram olarak adlandırılan kuramı sosyologlar aynı zamanda “işlevselci,” “anomi” “sosyolojik pozitivist”, veya “gerilim kuramı” gibi farklı isimlerle de adlandırmıştır. Bu yaklaşımın önde gelen iki önemli temsilcisinin Émile Durkheim ve Robert K. Merton’dur.

Kuramın suça yaklaşımına geçmeden önce bu kuramın topluma bakışını bilmek de yarar var. Yapısal-İşlevselci kuramda toplum; her bir parçası birbiri ile uyum ve dayanışma içinde ve iş birliği temelinde çalışan karmaşık bir yapı olarak hayal edilir.

Avrupa’da gerçekleşen Sanayi Devrimi’nin sebep olduğu toplumsal ve siyasal krizlere yanıt verme amacında olan Yapısal-İşlevselcilik toplumun uyumlu ve dengeli yapısının sürdürülmesi ile ilgilenmektedir. Bu yaklaşımın vurguladığı kavramlar şunlardır;

 1. sosyal yapı, 2. düzen, 3.uyum, 4.sosyal bütünleşme, 5.dayanışma  6.sosyal denge.

Yapısal-İşlevselci yaklaşıma göre suç bireysel özellikler ile açıklanamayan toplumsal bir olgudur. Bu kurama göre hem normal hem de kaçınılmaz olan suç toplumun olduğu her yerde vardır. Suçu patalojik bir fenomen olarak ele alan bir çok yaklaşımın aksine yapısal işlevselcilik yaklaşımı suçu ortaya çıkışı bakımından normal ve sonuçları açısından ise olumlu toplumsal işlevlere sahip bir olgu olarak ele almayı önermektedir.

Sosyolojinin kurucu isimleri arasında yer alan  Emile Durkheim aynı zamanda Yapısal-İşlevselci kuramın önde gelen temsilcileri arasında yer almaktadır. Durkheim’ın ilgisini çeken ve bu konuda bir teori geliştiren ilk sosyolog olmasına neden olan şeyse, Sanayi Devrimi ile artan kentleşme ve sosyal dönüşüm sürecinde suç ve sapkınlık olguları olmuştur. Durkheim’ın suç çalışmaları konusunda en ayırdedici katkılarından biri anomi kavramını ilk defa kullanmasıdır. Durkheim, toplumsal yapının birbirine bağlı olan organları arasındaki uyumun, işbölümünün ve dayanışmanın olmadığı durumu anomi kavramı ile adlandırır. Anomi, toplumsal denge ve dayanışmanın olmadığı bir durumdur. Durkheim’a göre suç toplumsal yapı ve işleyiş için sağlıklı ve normal bir olgudur çünkü suçun ve suçluluğun olmadığı hiçbir toplum yoktur.

Durkheim, uyum ve sapmayı açıklamak için iki değişkene başvurur: Gruba bağlılık düzeyi-derecesi ve normatif düzenlemenin derecesi. Aşırı veya yetersiz bağlılık sapmaya yol açabileceği gibi aşırı ve yetersiz düzenleme de aynı şekilde sapmaya neden olabilir. İntihar isimli çalışması ve orada geliştirdiği intihar çeşitleri tam da bu çerçevede ele alınmıştır. Sapma sadece normal değil aynı zamanda işlevseldir. Sapmanın veya suçun söz konusu işlevlerini dört başlık hâlinde sıralamak mümkündür. Birincisi, sapma, kültürel normları ve değerleri onaylar. İkincisi, doğru ile yanlışın arasındaki ahlaki sınırı açığa çıkarır. Üçüncüsü, sapma ortaya çıktıktan sonra onunla mücadele eden insanları bir araya getirmek suretiyle ortak ahlaki bağları pekiştirmeye yardımcı olur. Dördüncüsü, sapma ve suçlar toplumun işleyişinde bazı toplumsal düzensizliklere işaret ederek, bu düzensizlikleri gidermek ihtiyacını ortaya çıkardığı için toplumsal bir değişmeyi teşvik eder.

ABD’li sosyolog Robert K. Merton, Durkheim’ın anomi kavramını 1938’de yayımladığı Toplumsal Yapı ve Anomi adlı makalesinde yeniden yorumlayarak suç  çalışmalarına özgün bir boyut kazandırmıştır. Merton toplumsal işleyişteki problemleri insanların biyolojik dürtülerine dayandırılmasına itiraz ederek, toplumsal ve kültürel yapının iki temel faktörünü vurgulamaktadır: Birincisi Kültür hedefleri İkincisi ise kurumsallaşmış araçlardır

Merton insanların beş tür tepkide bulunduğunu belirlemektedir. Bunlar:

1. Uyumluluk, 2. Yenilikçilik, 3. Ritüelizm-Şekilcilik, 4. Geriçekilme , 5. İsyan

 

Suç ve suçlu davranıştan ziyade suç sonrası toplumun verdiği tepkilere odaklanan ve 1950’lerde ABD’deki Medeni Haklar Hareketi’nin toplumsal ve siyasal ortamının bir ürünü olarak 1960’larda ortaya atılan Etiketleme Kuramı, ABD’deki cezai yargılama sisteminin alt toplumsal sınıflara, ırksal veya etnik azınlık gruplarına mensup kimselere karşı var olan ırkçı, ayrımcı ve önyargılı uygulamalara vurgu yapmaktadır. Bu yaklaşıma göre sapkınlık ve suç, yapılan eylemin özelliği olmaktan öte toplumun koyduğu kuralların uygulanmasının bir sonucudur. Toplum, ihlal edilmesi suç olarak tanımlanan kurallar koyar ve bu kuralları ihlal edenleri suçlu olarak etiketler. Bu itibarla, suçu toplum yaratır. Etiketleme kuramında kişinin toplumsal çevre ilişkisi sınırlanır ve bu sınırlamalar sonucunda kişi illegal örgütlere doğru yanaşır. Bu yanaşma sonucunda illegal çevrelerle kurulan ilişki sürekli artar ve illegal çevre ile kurulan bağ gittikçe güçlenir. Etiketleme kuramına göre bir davranışın sapkın veya suç olarak tanımlanmasını belirleyen dört unsur şudur: 1Davranışı kim(ler)in gerçekleştirdiği2Davranışın neden olduğu sonuçlar3Davranıştan kim(ler)in zarar gördüğü4Davranış sonrasında insanların yaptırım uygulanması veya uygulanmaması yönünde nasıl bir tavır gösterdiğidir.

Etiketleme kuramı suçludan ziyade, suç ve toplumun suça gösterdiği tepki ile ilgilenmektedir. Toplumda egemen güçlere ait olan gruplar suç ve suçlunun tanımlanması ve etiketlenmesi sürecinde başat aktörlerdir. Bu bakımdan, zenginler fakirleri, beyazlar siyahları, üst sınıflar alt sınıfları yani güçlü toplumsal gruplar güçsüz azınlıkları etiketleme ve suçlulaştırma konusunda mutlak fırsat üstünlüğüne ve becerilere sahiplerdir. Etiketleme kuramının önde gelen iki ismi Howard S. Becker ve Edwin Lemert’dir.

Kaynakça: Yüksel M. (2017) Suç Sosyolojisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi



ÜYE GİRİŞİ